KIZILCAHAMAM ÇAKMAK ÖRENCİK KÖYÜ
  Gelenek - Görenek
 

 
 

AİLE YAPISI

 

Geleneksel ataerkil Türk aile yapısı Köyümüzde de açıkça görülmektedir. Aile reisi ailede söze sahip olan kişi baba veya büyükbabadır.

 Ankara’nın metropol bir merkez oluşu ve köylere yakın olması, köylerde geniş aile tipinin parçalanmasına neden olmuştur. Ankara’ya göç ederiler genelde genç ailelerdir ve çekirdek aile yapısına sahiptir. Yalnız köyde kalanlar ve şehre göç edenler arasındaki bağlar kopmamıştır, aralarında sürekli bir ilişki vardır. Köydekiler için şehirde olanlar, hastane veya bürokratik işlemler için bir dayanak şehirde kalabilmek için ikinci bir evdir. Diğer taraftan şehre göç edenler, gıda ve tahıl ihtiyaçlarının bir kısmını köyden temin etmektedirler.

 Bunun yanında şehre göç eden aileler, köyde öğrendikleri küçük meta üretimini şehirde de devam ettirmektedirler. Kadınlar konserve, salça, reçel, tarhana, turşu gibi gıda maddelerini kendi el emekleriyle yapmaktadırlar. Köyden göç eden birinci kuşaktan kadınların, ev işleri dışında ücretli bir işte çalışmasına pek rastlanmaz. Ancak göç edenlerin 2. veya 3. kuşaktan kadınların, ev işleri dışında bir işte çalışmaya başlayabilmeleri söz konusudur.

 

Ekonomik değişmenin bir sonucu olarak köylerde de ücretli üretim yaygınlık kazanmıştır.

 

DOĞUM

 

Ankara yöresindeki kırsal yerleşim merkezlerinin birçoğunda doğum öncesi ve sonrası çeşitli geleneksel davranış biçimleri görülmektedir.

 

Yöre halkının yaşadığı güçlükler ve doğa şartları, bu konuda zengin bir halk kültürünün oluşmasına yol açmıştır. Bu kültürün değişik yansımalarını gözlemlemek olasıdır. Yörede yedi yılda bir doğuran kadın dişi kurda benzetilir ve kadına “Dağda kurt doğururken sen de doğurur musun?” denilir. Çocuğu olmayan kadınlara damarlarının açılması için yer öptürmek adettendir. Kadın yere oturur, bacaklarını açıp ellerini arkadan kenetler yeri öpmeye çalışır. Ayrıca çeşitli türbe ve adak yerlerine gidilerek, çocuk doğmasına ilişkin türlü adaklar adanır. Bunların içinde hâlen devam eden, ilginç inanışlardan biri şöyledir: Ayın ilk çarşambasında adı Mehmet olan yedi kişiden anahtar toplanır ve bu anahtarlar işaretlenir. Al İplik Hüseyin Gazi’nin, mavi iplik Tacettin Sultan’ın, siyah iplik Haydar Sultan’ın v.b. yedi çeşit iplik veya çapıt (kumaş parçası) anahtarlara bağlanır. Dua edip çörtene (damın saçağına bağlı oluk) takılır. Sabah erkenden gidilip anahtarlara bakılır ve hangi anahtar paslanmışsa ona karşılık gelen türbeye kuşak kuşanmak için gidilir. Kuşak kuşanmadan önce türbeyi bekleyen türbedar gözetiminde, evliyanın başucuna yular bağlanıp dua okunarak etrafında dolanır. Daha sonra yular çıkartılıp evliya etrafında dolanır ve bırakılır, eğer yular durursa kuşak kuşanılır. Tüm bunlardan sonra çocuk doğarsa kurban kesilir ve yarısı türbedara verilir, bu budu misafirlere ikram edilir, geri kalanı ise konu komşuya dağıtılır. Kurban kesen (adayan) kişi ise bu kurban etini, parasını ödedikten sonra yiyebilir veya yemez.

Başka bir söylenişe göre ise, çocuk olursa, çocuğu olan kadın, kurbanı ve çocuğu alıp evliyaya götürür, kurban orada kesilir, türbedar derisini alıp satar, etini yer ve türbe için mum alır. Ayrıca türbedara süpürgecilikle bakıcı olarak bir miktar bahşiş verilir. Çocuğa evliyanın adının verilmesi sık rastlanan bir olaydır. Doğacak çocuğun kız veya erkek olacağına dair bir inanış da şöyledir: Kadının sağ memesinin avlağasının (başının etrafı) kızarıp morarıyorsa, sağ meme güllü yani damarlı hale gelmişse, sağ meme sol memeden büyük olmuşsa oğlan çocuk, sol meme büyük olmuşsa kız çocuk olacağına dair yorum yapılır.Diğer bir inanışa göre, gömlek biçilirken, yakası açılan gömlek, hamile kadının başının üstüne konur. Eğer eşikten (kapıdan) içeri kadın girerse kız, erkek veya oğlan çocuğu girerse, çocuğun erkek olacağı biçiminde yorum yapılır.

Yeni doğan çocuğun iki kaşının ortasında mavilik varsa daha sonra doğacak çocuğun cinsiyetinin doğan çocukla aynı olacağına inanılır. Hamile kadının dudağı kalınlaşırsa bebeğin kız olacağı inanışı da vardır.Bebek doğacağı gün eve ebe çağırılır. Ebe “evler göçtü biz de göçelim” der. Orada bulunanlar bu cümleyi yinelerler. Unutan olmuş ise ebe aynı cümleyi söyleyerek anımsatır. Ebe Tası (Şifre Tası):Şifa tasının içine “Fatma Ana Eli” denilen ot atılarak üzerine su doldurulur ve bu su lohusaya ebe tarafından içirilir. Ya da bazı lohusalara, kocasının avucunun içinden su içirilir. Bu, hakkını helal et anlamına gelir.

Doğumun Yaptırılması (Çömelek):Doğum sırasında bir kadın, hamile kadının arkasına geçerek belinden kucaklar. Hamile kadının önünde iki kadın daha ve ebe bulunur. Bir miktar toprak kızdırılarak ayağının altına bol miktarda dökülür. Çocuk doğar doğmaz sarı yağ (kuyruk yağı veya sarı inek yağı) kızdırılıp bir fincan içirilir, bunun amacı çocuğun bağırsaklarının yumuşamasıdır. Çocuğun doğumunda gecikme olursa “ana kaşık, baba beşik diyecek de öyle doğacak” (herşeyini hazır isteyecek) denir. Yine bir inanışa göre geç doğum yapan kadın, kömüşün (manda) yularından geçirilir. Bunun nedeni kömüşün bir yılda buzağalaması (doğurması) ve kadının da kömüş sütünden içtiğinden sanılmasıdır.

Çocuk dişli doğarsa uğurlu sayılmaz, öksüz kalacağına inanılır. Çocuk annesinin karnında ağlarsa yine uğursuzluk sayılır.Bir inanışa göre, bebek doğduktan sonra göbeğini kesen makas 40 gün açılmaz. Göbek bağı yedi kat pamuk ipliğinden hazırlanır, göbek tekerinin içine çörek otu konup sarılırsa sancıyı keseceği söylenir.Çocuk doğduktan sonra, kadının sütü gelmezse, kocası gün doğmadan ve kimseye görünmeden köyün çeşmesine gider. Yanına aldığı iki simitten birini kurnanın (musluğun) başına takar, birini de geri getirir. Loğusa suyla birlikte o simiti yer. Bu, loğusa kadının sütünün çoğalacağı anlamına gelir. Çeşmeye ilk giden kişi ise oraya bırakılan simiti yer.Başka bir inanışa göre lohusanın sütü az olursa, sütün çoğalması için çobana bir ekmek verilir. Bunun anlamı da akşama kadar dağlarda dolaşan çobanın dönüşünde süt getirmesidir.Bebeğe göbek adını ebe koyar. Üç kere tekbir getirdikten sonra göbeği keserken “Göbek adı Fadime yahut Ali der”. Çocuğun asıl adı üç gün ila bir hafta sonra konur. Eğer isimde anlaşma sağlanamazsa, kura çekilir ve ilk gelen isim verilir.

Beşik Düğünü:Bebek doğumunun altıncı günü bebek için gerekli olan beşik, bardak, yorgan, etek bezi ile yastık lohusanın babası ya da dayısı tarafından alınır. Beşik takımının gideceği söylenerek, akraba ve konu komşu eve davet edilir, bebeğin babası, apçası (amcası), anası, dayısı, ebesi (büyükanne), takkasına (şapka) altın takarlar ve takkayı da beşiğin içine koyarlar. Akrabaları da hediyelerini beşiğin üstüne koyarlar. Beşiğin üzerine al bürümcük örtülür. Beşiği taşıyacak hamala börek yapılır ve lohusanın evine doğru sokakları dolanarak beşik götürülür. Orada bulunanlar kapıya çıkıp bakarlar “amanın beşik gidiyor kime ki?” derler. Loğusa evi hazırlanır, konu komşular dua okurlar, birkaç sofra yemek hazırlanır. Beşik gelince ortaya konur, çocuğu çok olan bir kadın bebeği alır, beşik etrafını üç kere dolandırır, “amanın uğurlu, kıdemli olsun, kısmeti gür, nasibi çok olsun, dört gözle büyüsün” sözleriyle bebeği yatırır. Daha sonra misafirler gittiğinde kızın kaynanası bebeği, nazar olmaması için kalkar okuyarak eline mavi kâğıt alır, bebeğin üzerine gelir kağıdı iğneler “Ayşe’nin gözü, Zehra’nın gözü” diye bebeği görmeye gelenlerin hepsinin adını söyleyerek kâğıdı iğneler, sonra ucuna bir kibrit yakar ve beşiğin altına atar.Loğusa kadınların elma yemeleri halinde elmacık hastalığına yakalanacağı inancı yaygındır. Lohusanın korkudan dolayı dili tutulur veya rahatsızlanırsa (al basması) hocaya okutturulur, hoca dört tane muska yazar. Yazılan muskalardan biri yakılır, birinin suyu kadına üç gün içirilir, biri eşiğe gömülür, diğeri ise kadının boynuna katılır. Bu dönemde loğusa yalnız bırakılmaz, hoş tutulur.

Maviye nazar değmez inancıyla, lohusanın yemenisinin ve yorganının mavi olmasına dikkat edilir. Lohusanın yatağının altına sarımsak ve çörek otu, çocuğun burnu tutulmasın diye de yastığının altına kalbur gözü konulur. Cinler ve periler lohusaya tebelleş (bulaşmak, korkutmak) olmasın diye yatağının altına demir bıçak da konur. Loğusa kadın bir haftaya kadar aynaya bakmaz. Lohusalık zamanında düğünü yapılan genç bir kız lohusanın yanına girerse, hem çocuğa hem anasına albasıp çocuğun uşaklık (havale) olacağına inanılır. Çocuğun kurtulması için hocaya götürülüp yedi kere sırtı sıvazlattırılır.Kara basmasında ise sıcak ekmeğin lohusaya getirilmesi uğursuzluk sayılır. Loğusa evinden dışarı kömür, sirke, sarımsak, soğan, kül, ateş çıkarılmaz. Çıkarılırsa kırık basacağına ve çocuğun büyümeyeceğine inanılır. Eve ekşi, acı, çiğ bir şey çarşıdan gelirse evin dışına bırakılır.Un Sürme:Yeni doğmuş bir çocuğu bir yere ilk defa götürünce çocuğun yüzüne bolluk olsun diye un çalınır. Bunun anlamı, kız ise saçı un gibi ak, erkek ise sakalın un gibi ak olana dek yaşasın inancıdır.

Uğur Sınama: Çocuk doğunca, çocuğa bir kuzunun kulağı ısırtılır. Sonra kuzunun kulağının ucu kesilip eneme yapılır. Eğer kuzu yaşarsa çocuğun uğurlu olacağına inanılır.Bebek yalnız bırakılmaz, yalnız bırakılırsa bebeği cinin çalacağına inanılır. Eğer bebeği yalnız bırakma zorunluluğu varsa beşiğinin altına bir tasta su konur. Sonra bu su ayak değmeyecek bir yere dökülür. Beşiğin altına bıçak, yastığın altına da ekmek konulur.

Bebeği cin değiştirdiğine inanılırsa, bebeğin hiç büyümeyip, deynek gibi kalacağına inanılır. Böyle zamanlarda, sabah erkenden üç yolun ortasına ocak yapılır,üzerine tencere konulup içine bebek oturtulur. Altına süpürge çöplerinden hafif bir ateş yakılır. Görenler “Ne yapıyon oğul?” dediklerinde “aydaş pişiriyom” denir. Aynı işlem üç kişi sorana dek tekrarlanır. “Aydaş” inanışa göre cinin çocuğudur. Bu inanışa göre cin, aydaşım yanıyor diye hemen çocuğunu alır yerine kadının çocuğunu koyar.Buna benzer diğer bir inanış da şöyledir: Akşam ezanından sonra bebek musalla taşının altından geçirilir, sonra taşın üzerine konularak yedi adım geriden: “Alın bebenizi, virin bizim bebemizi” diyerek seslenilir.

Diş Bulguru:Bir gün öncesinden komşular çağırılır, bebek süslenir. Ailenin ekonomik gücü yeterli ise eğlence için çalgı da tutulur. Simitçiye haber verilip susamlı simit yaptırılır. Siyah üzüm, fındık, fıstık alınır, bir siniye dizilir. Tabaklara sıcak bulgur konur, sininin kenarına da simit dizilir. Bulgur yemeden önce bebek giydirilir, bir iskemleye oturtturulur ve yüzü örtülür. Çocuğu çok olan bir kadın ayağa kalkar: “Bismillahirrahmanirrahim dişin başın pek olsun, Allah güveyliğini gelinliğini de göstersin” der. Başından aşağı bir avuç bulguru döker. Bebeğin başında kalan bulgur ipe dizilir ve bebeğin başına takılır. Bu kuruyup dökülene kadar bebeğin başında kalır. Daha sonra gelen hediyeler bebeğin başına etrafına konulur. Akrabaları da, bakır getirirler “bebeğin dişi bakır gibi sağlam olsun” derler. Bebek büyüyünce getirilen hediyeler kendisinin olur.

Çocuğa Nazar Değmesi:Nazarın genelde mavi gözlülerden geldiğine ve mümkün olduğu kadar mavi gözlülerden sakınılması gerektiğine inanılır. Diğer bir inanışa göre, nazarın gözden değil de dilden geldiğine inanılır. Dilinin altında incecik bir gök olduğuna inanılan kişilerden de nazar değdiği inanışı vardır. bir terslik olduğu zaman “amanın gök damaklı geldi de çocuğum hastalandı” denir. Nazar değmesini önlemek için bebeğe eski elbiseler giydirilip bebeğin dikkat çekmemesine çaba sarf edilir.

Nazar için kullanılan boncuklardan bazıları şunlardır:

- Böcekboynuzu

 

- Göz boncuğu

 

- Ikra boncuğu

 

- Kurt dişi

 

- Tosbağa küreği

 

- Yedi gözlü boncuk

 

- Tazı boncuğu

 

-          Bülbül gözyaşı

 

Üç dört aylık bebeğin yüzü etlenince, derisi kabarır (kavlar) ve “kan etini döktü ve gayli ana etini düzüyor” denilir. Bu küçük kabarcıklara halk arasında “et ünü” denir.Küçük çocuğun tırnağı altı aydan önce kesilmez, eğer kesilirse bebeğin huysuz olacağına inanılır. Yeni doğmuş bebeğin başındaki konakı (bir tür kepek) gidermek için yoğurt çalınır (sürülür).Çok ağlayan bebeğe ısılık yakılır. Bebeğin karnının üzerine kırk iğneli mavi bir kâğıt konur. Sonra kâğıdın ucundan tutularak beşiğin başında dolandırılır ve beşiğin altına atılır. Bir de göz kurşunu dökülür.Bebek küçükken altı aya kadar ağlarsa, büyüyünce okumuş biri olacağı söylenir.Çok ağlayan huysuz bebek kümese konur, kümes kapatılır. Bebek orada ağlarsa “Ağıdın başını yesin” denilir ve çıkartılır. Eğer ağlamaz uslu durursa “Bebek devlete ağlamış” denir.Sinirli çocukların başına ayın ilk Perşembe gününde sinik (Ekin ölçülen bir kap) giydirilir. Çocuğun başı, odada “Öfken başını yesin, öfken başını yesin” diyerek dört köşeye vurulur.Çocuğun salyası akarsa, değirmenden pus (kepek) alınıp ağzı silinir.Sohbetlerde bebek hastalıklarından söz edilirken, odada bebek varsa, çocuğun yakası ısırılır, burnu ve kulağı çekilir.Bebeğin düştüğü yere “Şeytanın ipine dolaştı” diye şerbet yapılır, serpilir ve bebeğe bulamaç (un, su, tatlı) içilir. Ya da düşen bebeğe bal şerbeti veya şeker şerbeti yapılır. Sonra “Tükür de ineğiniz buzağılasın” denilip çocuğa tükürtülür. Böyle yapılmasının nedeni şeytanın bebeği kakışladığının (iteklediğinin) sanılmasıdır.Dört yaşına kadar konuşmayan çocuğu anası, ayın ilk çarşambasında çuvala koyar, sırtına alır, yedi kapıyı gezdirir. Bir kapıdan içeri girince:-Vıh o ne ki (kız) sırtındaki?

 

-Bir çuval söz-Söz olsun, denir. Çocuğun yiyeceği şeylerden verir. Söz toplayan oradan çıkar diğer bir kapıya gider. Böylece yedi kapı gezer. Ondan sonra çocuğun dilinin açılıp konuşacağına inanılır.Bebeği çüğe (tay tay) dururken bebek kızsa şöyle denir:-Çüğ çüğ çüğ dur kızım.

 

-Çüğ dur kızım, eline börek viriyim.

 

-Çüğ çüğ çüğ çüğ kızım.

 

-Babandan mektup gelecek, çüğ dur kızım.Ankara yöresinde bebek sevilirken söylenen deyimlerden bazıları şöyledir:-Erenler önünde evin var yavrum.

 

-Türbeler önünde bağın var yavrum.

 

-Sekiz tenceren var, dokuz penceren var.

 

-Hennürün güzel, mennürün güzel.İlimya kaymağı yürek bulandırmazmış.-Nebet şekeri.

 

-Dam bülbülü.

 

-Zahir (şeker) kuşu.

 

-Kum arabı.

 

-Şam fellahı.Çocuğu yürütmek için de, “gel ninna yapalım da yürü” denir. Çocuk artık ninna yapmaya alışır. Ninna yapılırken bir ayağını kaldırır, bir ayağını indirir. Bu şekilde çocuk yürümeye alışır.

Ninna ninna benim yavrum ninna,

 

Çoban gider oduna, Ali Ali derler adına,

 

Ben seni seveceğim komşunun inadına,

 

Kızım güzel gayetten, sıçrar çıkar hayattan,

 

Kızıma dünür geliyor Şıhli ile Bayattan (Şıhlı, Bayat: Köy isimleri)Doğumdan bir hafta sonra, bebeğe kahve kaşığı ucu ile aside (Bir tatlı çeşidi) yalatılır, miyane çorbası içirilir. Kırkına kadar yemek yaratılmazsa çocuğun sonra yemek yemeyeceğine inanılır. Daha ilk günlerde helvadan, sumruk (toprak) yapılır, yemeni ile çıkılanıp çocuğun ağzına sokulur. Çocuk bunu emerek uyur. Kırkından sonra büyükler ne yerse çocuğu da yalatılır. Altı aydan sonra dişleri çabuk çıksın diye geviş verilir. Bir yaşından sonra da çocuk istediğini yiyebilir.Ankara yöresinde bebeğin yürümesine ilişkin bir inanış şöyledir: “Havva anamız bebe doğurunca, bebesini yalamaya tiksinmiş, yalamamış; eğer yalasa imiş insan bebesi de yürüyecekmiş” Yeni yürümeye başlayan bebek adım atmaya korkar, tutunmadan yürümeye cesaret edemez. Önünde deniz var zannedermiş. Bu yüzden çocuğun ayakları birbirine al iple bağlanır, cami önüne gidilir, Cuma namazından ilk çıkan adama ip kestirilir. Eve gelince çocuğun korkmadan yürüyeceğine inanılır.

 

HALK İNANIŞLARI

 

Arı Sokma: Arı sokan yere şişmesini engellemek için demir sürülür. Ayrıca şişmeyi ve ağrıyı önlemesi için sarımsaklı yoğurt sürülür.

 

Bademcik: Şişen bademcik parmakla bastırılır, sonra yakılıp dövülmüş şap ince bir boru ile boğaza üflenir. Tülbente karabiber konularak boğaza sarılır.

 

Basma Hastalığı: Basma hastalığında, boğaz içten şişer, içinden sarkar, hastanın sesi çıkmaz. Boğaz önce başparmakla basılır ve sıvazlanır. Ateşte pişirilmiş tatlı elma ezildikten sonra boğaza sarılır. Eskiden bu tedaviyi yapan yerler tabakhanelermiş.

 

Baş Ağrısı: Dilimlenmiş patates bu tülbentle başa bağlanır. Ayrıca yumurta ve nişasta karışımı da başa sarılmaktadır. Eskiden çayır kurbağasını hastanın şakağına sararlarmış.

 

Başı ağrıyan kişiye:

 “Başının ağrısı çöpe çöpe

 Seni bir beyin küçkü kızı öpe” denir.

 

Bel ve sırt ağrısı: Bel ve sırt ağrılarında kupa çekilir.

 

Boğaz ağrıları: Boğaz ağrıları için ıhlamur ile bal veya tarçın ile sütün karışımından oluşan bir içecek içilir.

 

Böğü delerse: Böğü böceğine karşın, eşek gübresi ıslatılır ve yaranın üstüne konur. Böğü de yakalanıp ateşe atılır.

 

Bulgur Püskürmesi: Bulgur püskürmesinde hastanın vücudunda ince ince kırmızılıklar olur. Bu hastalık üzüntüden olur. Ocaklı tarafından bulgur ağıza alınır, sonra hastanın vücudunun her tarafına sıvanır. Bir hafta perhiz verilir. Sarımsak ve bulgur yedirilmez.

 

Buruntu Hastalığı: Hindistan cevizi ve Musul mazısı döğülür ve hastanın çorbasına ekilir. Bu hastalıkta karın sık sık burulur.

 

Çıban: Çıbanın olduğu bölgeye süt sürülür.

 

Çiçek: Çoçuk çiçek hastalığına yakalanınca sigara dumanı ve yemek kokusundan uzak bir yerde bir hafta bakılır. Sütün dışına vurması için tatlı ye- dirilir. Hastanın çiçeği kuruyunca, yaranın kabuğu hastaya tekrar çıkmaması için yedirilir. Hastalığın ilk yedi günü tehlikelidir. “Çiçek ya terledir ya fırladır (yani öldürür)” derler.

 

Dağlama: Bebeğin arkasında gökmavi leke olur. Ebe iğneyi kızdırıp bebeğin topuğuna batırılır. Bu işlem üç kez yinelenir.

 

Diş ağrısı: Diş ağrısını dindirmek için sarımsak veya kolonyalı tütün kullanılır.

 

El çatlağı: Yağlı çıra inceltildikten sonra, ateşte ısıtılır ve çatlağa sürülür.

 

El terlemesi: Yabancı bir kişinin evindeki yüklüğe el sokulur.

 

El yarası: Elde çıkan yaranın üstüne sabunlu yoğurt sarılır.

 

Gelincik Hastalığı: Hamile kadının ayaklarının şişmesidir. Hasta ocağa götürülür. Kimi zaman hastanın gömleği yırtılır. Kimi zamanda okunmuş yiyecekler yedirilir.

 

Göz Ağrısı: Fındık kabuğu yakılarak göze sürülür.

 

Gice yanığı: Yanık gibi olur, kabarır. Destinin (testi) altından çamur alınır, gece ise “gündüz” diye, gündüz ise “gece” diye çalınır (sürülür).

 

Hıyarcık: Hıyarcık çıkartana hıyar turşusu vurulur.

 

İnce Hastalık: Bensiz (lekesiz) kara eşek sütü içirilir.

 

İshal: Koruk suyu içirilir. Miyene kavunu yedirirler. (Unu kavurup aç karnına yedirirler) Ahlat hoşafı yedirirler. İshal için nar da yedirilir.

 

Kan Kabarcığı: Hastanın göz akından kabarcık olur. Gözkapağı devirilir (katlanır) altın ile çizerler.

 

Karamık: Sivilceye benzer. Su değdirilmez. Buna ila olmayacağı düşünülür. “Karamığa, kızamığa, çiçeğe ilaç olmaz” denir.

 

Kesik: Kesilen yere, bir bez yakılır, onun külü basılır.

 

Kıl Durgunu: Hamile kadın çocuğunu doğurduktan sonra; eğer çocuğunu emziremezse ‘ göğüsleri şişer. Bu hastalığa “göğse kıl durmak” denir. Göğüslerinin ucunu, dolu bir testiye sokar, saçları göğsün uç kısmına koyar: Daha sonra saçlarını tarar ve şiş dağıtılır.

Kızgın (ruhiye): Bebeğin doğduktan sonra yüzünün yara olması ve gittikçe yayılmasıdır. bebeğin kızgın olmaması için, kırkı çıkana kadar, babasının eşyası örtülmez. Kaplumbağa kabuğu yıkılıp, döğülür, yemeniden elenip içine tuz atılır. bebek doğunca bu karışım bebeğe sürülür.

Kısırlık: Çocuğu olmayan kadının çocuk doğurabilmesi için kazanın içerisine çeşitli otlarla hayvan gübresi konur bunlar kaynatılır, ılıdıktan sonra kadın bu suyun üstüne oturtulur.

 

Köstü: Çene altında, baharda bir şişkinlik olur. Ocakta köstebek toprağından çamur karılıp, yaraya sürülür.

 

Kulunç: Kuluncu olan hastanın sırtı, elin iki parmağı ile kıvrılarak kuluncu çekilir.

 

Kulak Ağrısı: Kulak ağrısını dindirmek için anne sütü sürülür. Ayrıca kaynatılmış elma suyu da kullanılır.

 

Magasıl: Magasıl olana deve eti yedirilir, yağı yutturulur ve yağı sürülür. Erkek sığır kuyruğu (bir bitki), deve kılı, yıllanmış sarı saman, sebap kili, soğan kabuğu, yaban tezeği, baş kili bir arada karıştırılır ve bir tencerede iyice kaynatılır. Sonra bunun buharının üstünde hasta su soğuyana kadar bekler. Daha sonra deve eti yenir. Deve etinin yedirilme nedeni mayasılın yalnızca deve ve serçede görünmemesidir.

 

Mide Ağrıları: Mide ağrılarına karşı küllü su içirilir.

 

Morarmalar: Morarmalara karşı şekerli ekmek ya da zeytin çiğnenerek sarılır. Yine morarmalara karşı çiğ et de sarıldığı görülür.

 

Oklama: Bir kişinin başının zonklamasının nazardan olduğuna inanılır. Ocağa götürülür. Hasta bazlama tahtasını başının üzerinde kalkan gibi tutar. Ocakçı küçük bir ok ile tahtaya vurur. Bu üç kez yinelenir.

 

Sarılık: Sarılık olan kişiye, ıslatılmış altının suyu 7 gün içirilir. Daha sonra beşlik altın yutturulur. Sarılığın bir çeşidi olan kara sarılık için ise, ocağa gidilir, ocaklı hastanın alnından ustura yardımıyla kan akıtılır. Bu kan hastanın yüzüne sürülür. Hastaya yedi gün, soğan, sarımsak yedirilmez. Ocaklı bu iş için para almaz. Onun yerine ocağın köpeğine ekmek atılır.

 

Sıtma: Köyün çobanına ekmek verilir, bu ekmeği çoban dağlarda gezdirir ve hasta bu ekmeği suya batırıp yer. Ayrıca yedi kapıdan yemek toplanır ve sıtmalıya yedirilir. Hastanın koluna imam yedi kat pamuk ipliği bağlar. Ayı tüyü ve yılan kavuğu tüttürülür. iki kurmalının tekmesinden ekmek alınır ve hastaya yedirilir.

 

Soğuk Alınlığı: Soğuk alınlığına karşı limon ile nane kaynatılarak içilir.

 

Tüpleme: Bebeğin kursağı ile karnının şişmesi. Yetişkin fakat zayıf kişilerde de görülür. İki evliden bir avut külü alınır. Bu kül bebeğe sürülür.

 

Umma: Bir kadın bir yiyeceğe imrenir ve o yiyecekten yiyemezse memesi şişer damakı çeker. Umma olana “sağ avucunu yala” denir.

 

Yanırlı (sırt ağrısı): Hastayı terletmek için eski bir tuğla ezilir, kavrulur ve yatağa döşenir. Hasta bu yatağın üzerine yatırılır.

 

Yeşilistan Sokması (Zehirli Kertenkele): Yeşilistan sokan kişiye önce tuzlu ayran içirilir. Sonra yeşilistan soktuğu yere eşek tersi ezilir ve sarılır. Ayrıca kuru zerdali ıslatılıp ezilir ve sarılır.

 
  Bugün 5 ziyaretçi (39 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol